Yetişkin bir insanın kıldığı namazın kalitesinde, çocukluk yıllarında aldığı din eğitiminin önemli bir rolü vardır dersek mübalağa etmiş olmayız. Gerçekten atalarımızın “Ağaç yaşken eğilir.” sözünün belki de en çok kendini hissettirdiği alan din eğitimi alanıdır; buna bağlı olarak inanç ve ibadet hayatımızdır. Bu ayki yazımızda, dergimizin, kapak konusu olarak belirlediği namaz ibadetini, çocuklara öğretirken hangi konulara dikkat etmemiz gerektiği noktasından ele almaya çalışacağız.
Sevgili Peygamberimiz (sav) tarafından “Dinin direği” olarak nitelendirilen namaz ibadeti, maalesef Müslümanlar tarafından yeterince önemsenmediği gibi, çocuklara öğretiminde de gereken özen gösterilmiyor. Sonuçta ortaya, çocukluk yıllarında anne-babasının ya da çevresinin zoruyla kıldığı namazı, ergenlik çağının buhranlı dönemlerinde terk eden genç insanlar çıkıyor. Bugün İslam dünyasının her tarafında yaşanan problem aynıdır. Medyanın, kitle iletişim araçlarının ve internetin hiçbir olumlu katkısı olmaksızın, fakat her defasında olumsuz yönlendirmeleriyle, inançtan ve ibadetten soğutmaya çalıştığı Müslüman çocuklara ve gençlere, namaz kılmaları yönünde anne babaları ya da yakın çevrelerince yapılan telkinler sonuçsuz kalmaktadır.
Nice dindar ailelerde çocukların namaza karşı isteksizliği bir ailevi sorun olarak karşımızda duruyor. Doğrusu, din eğitimi alanıyla uğraşan hemen herkesi ciddi bir şekilde ilgilendiren bu problem, aslında bir çırpıda çözülecek kadar basit bir problem değildir. Sadece bir örnek vermek gerekirse, bir peygamber olan Hz. İbrahim (as) yine peygamber olacak kimselerden teşekkül edecek neslinin de yani; Hz. İsmail, Hz. İshak ve Hz. Yakub’un…. da kendisi gibi namaz kılan kimseler olmasını, Allah Teâlâ’dan niyaz ederek, bu hususta bazen eğitimin de yetersiz kalabileceğini, mutlaka Allah’tan yardım dilememiz icab ettiğini anlatmak istemişti bizlere… Yine Sevgili peygamberimiz (sav)’in, her sabah mescide giderken ciğerparesi, sevgili kızı Hz. Fâtıma (ranha)’yı uyandırması ve namaz konusunda uyarması da namaz ibadetinde, işi önemsemek gerektiğine diğer bir misaldir. İşte bu bağlamda, yaşadığımız şu zaman diliminde ve ibadet eğitimi için pek de müsait olmayan böylesi bir ortamda, namaz gibi bir önemli ibadetin çocukluk çağından başlayarak, ebedi hayatlarından da sorumlu olduğumuz evlatlarımıza hangi metodlarla öğretilmesi gerektiği hususunu, bundan sonraki satırlarda başlıklar halinde ele alacağız.
1. Anne-Baba Namaz Kılarak İlk Örneği Oluşturmalıdır. Bugün artık apaçık bir gerçek olarak şunu biliyoruz ki, anne-babası çocuk için en büyük örnektir. Anne babanın her tavrı, her sözü, her davranışı, çocuk için kesin doğrular hükmündedir. Belki de Yüce Yaratan (cc), çocuğa böyle bir uyum kabiliyeti bahşederek, onun eğitilmesini kolaylaştırmış olmaktadır.
Din eğitimi alanında yapılan pek çok araştırma, etrafındakı olayları, varlıkları idrak etmeye başladıktan sonra çocukların anne-babalarının davranışlarını yakından takibe aldığını ortaya koymaktadır. Çocukluk hatıralarını anlatan pek çok edebiyatçı, kendilerine has zengin edebi üslûb ile, ebeveynleriyle birlikte kıldıkları ilk namazdan sitayişle söz ederler. Sözgelimi, Ömer Seyfettin, “İlk Namaz” adını verdiği anlatımında annesiyle birlikte kıldığı namazın, ruhunda oluşturduğu heyecanı son derece etkileyici bir şekilde aktarır bizlere.
Yapılan araştırmalarda, çocukların namazda görmeye alıştıkları ebeveynlerini içlerinden gelen bir sâikle kopya etmeye çalışacakları, bu tekrarların ise zaman içinde çocukta alışkanlığa yol açacağı, böylece namaz ibadetini kolay bir şekilde içselleştirecekleri ifade edilmektedir.
En değerli eğitim metodunun, “birlikte ibadet etmek ve ardından birkaç kelimelik sohbet ile anlatmak” olduğunu söylemeliyiz. Kısaca çocuk, önce görmeli, sonra duymalıdır. Çünkü o, yaşı ve yaratılışı gereği önce “görerek” öğrenmektedir. Bu meyanda, çocuklar, dinî tecrübeyi bizzat görerek yaşayabilmeleri ve bu görsel zenginliğin onların ruh dünyasına katkı sağlaması için zaman zaman mescid ve camilere götürülmelidir. Çocukların böylesi mekânlarda var olan mânevî havayı yetişkinler kadar hissetmesi söz konusudur. Etkilenmeleri ise onlardan daha çoktur diyebiliriz. Yeter ki, önceden bu gibi mekânlarda nasıl davranılması gerektiği hususunda bilgilendirilmiş olsunlar…
2. Namaz İbadetini Öğretirken Çocuğun Gönlüne Hitap Etmelidir
Gerek inanç gerekse ibadet esaslarının öğretiminde göz ardı ettiğimiz bir gerçek vardır. Çocukluk çağında insanoğlu, zihninden ziyade gönlüne hitap eden bilgilerden hoşlanır. Onun kalbine sıcak gelen, gönlünü sevinçle ve ümitle dolduran her bilgi unsuru, çocuk için eğitici ve öğretici olmaya adaydır. Bu cümleden olarak, çocuğa namazla ilgili hikayeler anlatılabilir. Hikâyenin kahramanı, bazen bir peygamber, bazen bir sahabi, bazen bir Allah dostudur. Fakat her hal ü kârda çocuk bu kahramandan etkilenerek onunla özdeşleşmeye ve onun gibi namaz kılmaya özenecektir.
Hikaye, kıssa ve menkıbelerle eğitim, insanoğlunun eğitiminde önemli bir yer tuttuğu gibi, çocukların eğitiminde ise en etkileyici metodlardan biridir. Yine namazla ilgili, bir şiir, mâni, tekerleme veya ilâhiler de dakikalarca konuşmaktan daha etkileyici olabilir.
3. Namaz Öğretiminde Cezaya Başvurmamalıdır
Namaz öğretiminde en çok karşılaşılan sorulardan birisi de namaz kılmayan çocuklar için dayağa başvurulması meselesidir. Bilinen bu hadisi tekrar zikredecek olursak Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:
“Çocuklarınız yedi yaşına geldikleri zaman onlara namaz kılmalarını öğretiniz. On yaşına geldikleri zaman…” Evet, hadisin bundan sonraki kısmını bugüne kadar birçok mütercim, “Şayet on yaşına geldiklerinde namaz kılmazlarsa onları dövün.” şeklinde tercüme etmişlerdir. Beyhakî gibi bazı hadisçiler, bu hadisin hükmünün, “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Bunlardan biri de henüz büluğ çağına ermemiş çocuklardır.” hadisiyle kaldırıldığını söylemektedirler. Onların bu görüşleri çerçevesinde şekillenen hüküm şudur ki, çocukların büluğ çağına gelinceye kadar ibadet mükellefiyetleri olmadığından dolayı, namazı terk etmeleri de herhangi bir cezâi müeyyideyi gerektirmeyecektir.
Öte yandan, gerek Sevgili Peygamberimiz (sav)’in genel olarak dayağa karşı duruşu, ne bir kadına ne de çocuğa hiçbir sûrette eliyle vurmamış olması, gerekse hadisin tamamındaki genel mânâ bu hadise ihtiyatla yaklaşmamızı îcab ettirmektedir.
Hadis-i Şerif’te ifade buyrulan “darb” kelimesi, almış olduğu harf-i cer ile farklı manalara gelebilmektedir. Sözgelimi, “darb-ı mesel” tabiri, dilimize de geçmiş farklı bir kullanımdır. İşte bunun gibi, Hadis-i Şerif’te “alâ” harf-i cerri ile kullanılan darb kelimesi, şu manaya gelmektedir: “… On yaşına geldiği halde namaz kılmazsa, namaz kılması hususunda farklı metodlar kullanarak namaz kılmasına yardımcı olun.”
Arap Dili üzerinde uzman olan kimselerin verdikleri bilgilerin, Hadis-i Şerif’i anlamamıza yardımcı olduğu muhakkaktır. Konuya din eğitimi açısından baktığımız zaman da görünen şudur ki, dayak vb. cezalarla temin edilen namaz kılma faaliyeti, hiçbir zaman ibadetten alınması gereken zevki ve lezzeti sağlayamamaktadır. Belki çocukluk yıllarında sindirilen ve mecbur bırakılan bir anlayışla çocuk tarafından bu ibadet sûretâ yerine getirilmektedir ancak bu hiçbir zaman çocuğun ibadet hayatına katkıda bulunacak bir kaliteye ulaşamamaktadır. Bu itibarla, netice olarak şunu söylemeliyiz ki, baskı ve zorlamayla, ya da dayakla temin edilen namaz kılma davranışı, ergenlik çağıyla birlikte maalesef çocuktan ayrılıp gidecektir. Çünkü çocuğa Allah’ı sevdiği için namaz kılması yerine, babasından ya da yakınlarından azar işitmemesi için namaz kılması telkin edilmiştir. Bu ise çocuğa mal olmayan bir emanet misali bir zaman sonra çocuğun hayatından çıkmakta, kaybolup gitmektedir. Son sözümüz şudur ki, dayakla din eğitimi olmaz!
Prof.Dr.M.Emin Ay